2020-2021 Dönemi Burslar hakkında önemli duyuru...
 
 
 
 
 
 

E- Devlet Sistemi
Namaz Vakitleri
Seçmen Bilgileri 
Resmi Gazete
Motorlu Taşıt Vergisi Sorgulama
 

devamı...



DEĞİŞEN ve DEĞİŞMEYEN SICAKLIKLAR 09.01.2014
Anasayfa  »  Yazarlar » Mahir Eyüboğlu »  DEĞİŞEN ve DEĞİŞMEYEN SICAKLIKLAR 09.01.2014


Mahir EYÜBOĞLU
Eğitimci
İletişimci - Yazar

En son, şöyle huşu içinde, kıraatı ve sesi güzel bir hafızdan, gözyaşları içinde ne zaman Kur’an dinlediniz..?

Eğer mümkünse bunu haftada bir yapın. O zaman gönlünüzdeki sıcaklığın, bütün bedeninizi nasıl sardığını görecek, kuş gibi, tüy gibi hafif ve huzur bulan ve gönül aleminde uçan biri olmanın mutluluğunu yaşayacaksınız…

Menfaatlerin, genelde hep merhametlerin önüne geçirildiği günümüzde, belki; arada bir soluklanmak adına, insani ve imani duygularımızın körelip dumura uğramaması adına, üstü küllenmiş ahlaki değerlerimizin üflenerek temizlenmesi adına, kısaca bazı yanmış gönüllere bir damla veya bir yudum su verebilmek adına bir şeyler karalamaya çalışıyorum…

Her zaman derim ki,"ilim; öğrenmek isteye, nasihat; almasını bilene faydalıdır" Bazı küllenmiş kafalar "ben Kur’anın Türkçesini okumazsam anlayamam" derler. Bunu ben şuna benzetirim. Bal yiyenin: "balın içinde ne olduğunu bilmiyorum, ben bunu yemem yersem bana şifa vermez" demesine benzer. Veya "balın bana şifası, benim anladığım dilden anlatılırsa daha çok olur" demeye benzer. Sen kendi dilinde balın faydalarını ve şifasını elbette öğren ve başkalarına da öğret. Ama bal, yiyen herkese şifadır. Yeter ki sen şifa niyetine yemesini öğren. Kur’an, kendini Kur’ana sıcak ve yakın hisseden herkese şifadır. Onun sıcaklığı ve şifası hiç değişmez. Yeter ki insan onun şifa olduğuna inansın.

İnsan ilişkilerinde "AİDİYET" duygusu ilişkilerin, sağlıklı ve kalıcı olması adına çok önemlidir. Kime ve neye ait olduğunu bilen ve başkalarının da bilmesine uygun davranan insanlar gerçekten güvenilen ve kendisinden emin olunan kimselerdir.

Kendi anasından, babasından, evladından, kardeşinden, cinsiyetinden, milliyetinden ve en önemlisi de inançlarından utanan ve hicap duyan insan kadar zavallı ve basit insan yoktur.

Eğer gerçek dostluğu, gerçek sevgi ve saygıyı bu saydıklarımın dışında birinden bekliyorsanız, gidin ve o insanda özendiğiniz ve özlediğiniz hasletlere sahip olun.

Yani o insanı, elinizde ise anne baba seçin veya o milliyete geçin veya o dine girin. Bundan dolayı kimse kimseyi kınamaz ve ayıplamaz.

Nice gayri Müslimlerin Müslüman olduğunu veya tersini, görüyor veya duyuyoruz. Dininizi, milliyetinizi değiştirebilirsiniz ama anne baba ve kardeşinizi değiştiremezsiniz… Ancak neye ait iseniz lütfen ona sahip çıkın…!

İki paralık dünya menfaati için aslınızı değiştirmeye kalkmayın. Aslını inkâr eden haramzadedir. Sizden olmayana ne kadar yaranmaya veya yardaklanmaya kalkarsanız kalkın, kendinizi yine de beğendiremezsiniz.

Güzelliği, huzuru ve başarıyı, kulların takdir ve taltiflerinde değil, yüce yaratanın takdirinde ve beğenisinde arayın.

Tebliğ ve temsilin bir zamanı vardır. İlişki kurduğunuz insana selam vererek söze başlamanız, Müslüman olduğunuzun tebliği ve Müslüman olmanızın temsilidir.

Karşınızdakine kimliğinizi nitelik ve nicelik olarak açıklıyorsunuz. Bazıları, karşısındaki kişiye selam vermeyip, Müslüman kimliğini saklamak istiyorlar. Neden?

Yapacağı iş veya kuracağı ilişkide menfaatine zarar gelmesin, daha çok dünya malı ve itibar elde etsin diye...!

Aman Allah’ım ne günlere kaldık…! Efendiler korkmayın, Eğer Rabbim dilerse yedi düvel üstünüze gelse de size kimse zarar veremez.

Ama Rabbim dilemez ise, siz kime şirin görünmeye kalkarsanız kalkın o işiniz olmaz. Eğer oluyorsa bilin ki, o size Allah’ kahrından verdiğidir.

Topla tüfekle, uçakla, gemiyle geçemedikleri ve fethedemedikleri Çanakkale’yi politikayla, siyasetle, münafık ve riyakar davranışlarla geçiverdiler…!

Benden olmayana yaranma politikasının sonuçlarıdır bunlar...!

Bu politika 1908 yılında bir Fransız düşünürün öğretisiyle ortaya atıldı ve uygulamaya başlandı.

"Türkleri topla tüfekle yenemezsiniz, onlarda o iman gücü varken onları yenemezsiniz. Onları yenmek için iman güçlerini zayıflatın.

İman güçlerini zayıflatmak için Frenklere özendirin,

Frenklere özenmeleri için de Kur’anı kapatın, kadınlarını açın" diyor.

İşte, görün bakın ve düşünün, bu politika günümüze kadar nasılda adım-adım uygulanmış.

Nice tesettürlü kadınlarımız var, içinde tesettürden gayri her şey var.. !

Çünkü o tesettürlü değil ters dürtülü…! Ya efendimizin deyişiyle ,

Örtülü çıplak”””

İçindeki özentiyle dışındaki beklenti farklı.

Nice Müslüman erkekler var, girdiği yere selam vermekten korkan.

"Aman benim kimliğimi kimse anlamasın, bana zarar gelebilir" zihniyeti güden.

Hatta, hatta, kendisine verilen selamı almaktan korkan Müslümanlar da görmeye başladım..!

Ahir zaman alameti olsa gerek, selamlaşma azalacak, küfür imanın önüne geçecek v.s. hâlbuki Rabbimiz Nur suresi 24/ 27. ayetinde

"İster kendi evinize, isterseniz başka yerlere girerken selam vermeden girmeyin, içerdeki kişiye kimliğinizi belirleyin" buyuruyor.

Öte yandan da Nisa suresi 4/ 86. ayetinde de

"Biri tarafından selamlandığınız zaman, onun selamını daha iyi bir karşılıkla geri alınız" buyuruyor.

Selam alıp vermekten korkan, kendini başkalarına şirin göstermeye çalışanlara duyurulur..!

Gördüğünüz gibi, menfaatlere göre, nice ortamların sıcaklıkları değişir de Kur’anın sıcaklığı hiç değişmez.

Diyelim ki sizi, İzmir’e en büyük mülki amir vali olarak atadılar. En çok sevdikleriniz, kapınıza, makamınıza gelmeye başladılar.. Bir, iki, üç, beş, derken bir gün, canınızdan çok sevdiğiniz biri bile olsa da gelip dayansa; o sevdiğinize,

" Yahu vara yoğa gelip durma, benim de işim gücüm var" der misiniz demez misiniz?

Evet, hepimiz diyebiliriz. En çok sevdiğimiz o makamda olsa da, o da der mi? Evet o da der.

Peki, ben size bir kapı göstersem.

Bir kapı önersem, o kapı, “yaratanın kapısı” olsa, siz ya da ben, hangi saatte gidersek gidelim, hangi zamanda gidersek gidelim, hangi kimlikte gidersek gidelim, hangi kıyafette gidersek gidelim, kapısına baş koyduğumuz zaman, "Defol git, niye geldin, ne işin var, bu halinle seni kabul etmem" mi der, yoksa,

Mevlana’nın dediği gibi "Hoş geldin, her zaman gelebilirsin, bu kapı ümitsizlik kapısı değildir" mi der..!?

Yaradan’ın, kapısını çalmasını bilmeyenler, kulun kapısından bir gün er veya geç kovulurlar.

Üstat Serdengeçti’ye zamanında çok eziyet ederler de davasından vazgeçmez. "Nokta kadar menfaat için virgül kadar" eğilmez. Ve bir gün sorarlar.

"Ölümden korkmuyor musun? " O tarihi cevabını verir.

" Ölüm değil mi, bir gün kapımı çalacak. Ne fark eder, ha yorgada gelmiş, ha urganda…

Davam adına ölürüm ya, işte bana güç veren budur" der.

Gecenin bir yarısı telefon çalar, evin erkeği hışımla ve telaşla ahizeyi kaldırıp,"Alo! Kimsiniz?"der.

Oğlum ben annenim"

"Anne ya telefon edecek zaman mı bulamadın..!?

Gecenin bir yarısında insan rahatsız edilir mi? Biraz düşünceli olsan olmaz mı..!?

Anne, o hiç değişmeyen sıcaklığıyla, o hiç değişmeyen merhametiyle, cevap verir:

"Oğlum bundan otuz beş sene önce, sen de aynı saatte dünyaya gelmiştin. Sana "Ay oğlum hiç bu saatte insan rahatsız edilir mi " dememiştim.

Doğum günün kutlu olsun, gönlün anne sıcaklığıyla dolsun, çünkü başka sıcaklıklar değişir de anne baba sıcaklığı hiç değişmez yavrum" der telefonu kapatır.

Gönlümdeki nice sıcaklıkları sizlere aktarmak istiyorum.

Amacım, İbrahim’in ateşine ağzıyla bir damla su taşıyan kırlangıç misali, bir harf, bir kelime ve bir cümle ile bile olsa, beni duyan, dinleyen, okuyan insan veya insanlara Kur’anın sıcaklığını anlatmak, aktarmak istiyorum.

Her ortamın sıcaklığı değişir de Kur’anın ve hele Rabbimizin yakınlığı ve sıcaklığı hiç ama hiç değişmez.

Çünkü o bize şah damarımızdan daha yakındır.

İnşaallah bu yakınlığın şuuru, gönlümüze nice değişmez sıcaklıkların düşmesine vesile olur.

İnşaallah deyince aklıma hemen Kehf Suresi 23-24. ayetler geldi. Rabbimiz, efendimizin sav.’in şahsında bütün inananlara şöyle buyuruyor:

"İnşaallah (Allah dilerse/ Allah izin verirse) demeden, asla, hiçbir şey için, " Ben bunu muhakkak yarın yaparım" deme. Unuttuğunuz zaman, (yine inşaallah diyerek) Rabbini an ve: "Umulur ki Rabbim beni bundan daha yakın doğruya ulaştırır " de.

Bu ayetin nüzul sebebi:

Kureyş’li müşrikler, efendimizin peygamberliğini sınamak adına gelip, Ashab’ı Kehf’ten, Zülkareyn’den ve ruh’tan soru sorarlar.

Efendimiz de "Ben size yarın söylerim" der ama inşaallah demez. Aradan uzun bir zaman geçer ve vahiy kesilir.

Müşrikler, efendimizle alay etmeye başlarlar

"Rabbi onu unuttu " gibi şeyler söyleyip aşağılamaya kalkışırlar.

İşte Kehf suresi 23-24. ayetlerle efendimiz ve inananlar ikaz edilirler..

Allah izin vermezse nefes bile alamayız. Aldığımızı geri veremeyiz. Eşime ve çocuklarıma ilk öğrettiğim şeylerin başında,

"Aman taklit insanı olmayın, tahkik (araştıran) insan olun.

Çünkü insanlar bildiklerinin efendisi, bilmediklerinin kölesidir" derim.

Bu yazıyı Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasıyla noktalayalım.

Akşam yemeği zamanı, hoca yarın için iş programı yapar.

"Eğer yağmur yağarsa sert olan taşlı tarlayı süreceğim, yağmaz ise kel

dağa oduna gideceğim" der.

Hanımı "İnşaallah de hocam, inşaallah de " diye ikaz eder.

Hoca "İnşaallah’a maşallaha gerek yok, tedbirimizi aldık. Ya yağar ya da yağmaz" der. Ya tarlayı sürerim ya da dağa oduna giderim der.

Ertesi gün, hava güneşli olduğu için hoca dağa oduna gider.

Ne hikmetse eşeğini yanına almayı unutur.

Topladığı odunları sırtlayıp geri dönerken, yolda askerlerle karşılaşır.

Hocaya, o yakınlardaki bir köyü sorarlar. Hoca bilmem dese de inanmazlar. " Ya bizi o köye götürürsün, ya da sana dayak atarız derler.

Can tatlı. Ne yapsın hoca. Dayak yemektense bilmediği köyü bulmak düşer yollara..! Sırtta odun, arkada asker, git babam git…!

Neyse köy bulunur, hoca dayaktan kurtulur.

Gecenin bir yarısı zar zor hoca evine döner, kapıyı çalar.

Hanımı, "Kim o? " deyince hoca,

"İnşallah benim hanım, inşallah ben geldim hanım…!" der.


Eğer bir şey beni Rabbime yaklaştırıyorsa ilim,

eğer bir kimse beni Rabbime yaklaştırıyorsa alimdir.

Beni Rabbimden uzaklaştıran herkes zalim, her şey de zulümdür.

Allah’tan habersiz olan sözde alimlerin durumunu,

Kur’an " Onların durumu, koca-koca kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir" diye tanımlıyor. Cuma 62-5. ayet.

Mustafa İslamoğlu hocamın dediği gibi Rabbim bizi Yahudileşme temayülünden korusun.

Zira en büyük sahte, aslına çok yakın olan sahtedir.

Çünkü onu aslından ayırt etmek çok zor olur…!

Daima değişmeyen sıcaklıklara sahip çıkanlardan olalım inşallah...!

İmanının kıymetini bilen, aslına, nesline en önemlisi de

imanına sahip çıkan güzel insanlardan olmak dilek ve dualarımla.



» Yorumlar
Listelenecek Kayıt Bulunamadı.


» Yorum Ekle
Ad Soyad :
Yorum :
Geri